26 Mart 2013

Reklamın İyisi - Kötüsü :)

   Uzun zamandır aklımda olan 'akılda kalan' reklamlar konusunda bir yazı yazmayı istememe rağmen, çalışmamı hala tamamlayamadım. Bu akşam yine! reklamları izlerken, bağlantılardan bir kaçını paylaşmak istedim :) Yorumu yine takip edenlere kalmış, ama bu reklamların ikisi de uzun zamandır aklımda kalanlardan :) 
   İlki, Ege Bal reklamı.Reklam hazırlanırken yaratıcı çalışma safhasında bolca ter döküldüğünü görmekteyiz. 
   Sıradaki paylaşımı sevgili Deniz Hocama armağan ediyorum :)))


http://youtu.be/-qvNcwo4goA


   Yaratıcı ekibin ter döktüğü reklam çalışmasının ardından bir başka 'akılda kalan' başlığı altında olan bir çalışma daha paylaşmak istiyorum.
   Bu çalışmada ter döken ise bir fare. Evet ! :)
   Reklamdaki güzide hayvancıktan fazlaca tiksinmeme, hatta gördüğümde ilginç reaksiyonlar gösteriyor olmama rağmen, bir adaptasyon süreci geçirdim ve şimdilerde biraz daha barışık durumdayız. Bu duruma katkılarından ötürü, reklamda emeği geçenlere teşekkürü bir borç bilirim :) Sevgiler...

http://youtu.be/6EItv5miy5E    

(Teknik bir arızadan dolayı video yükleyemiyorum, kısa zamanda hallolacağı ümidiyle hoşça kalın :))

23 Mart 2013

Yarayan Kana!

  Varoluşumuzdan bu yana hiç değişmeyen durumlardan biri de malumunuz, kendini ifade etme arzusu. İletişim kurmak verimlilik derecesine göre değişiyor olsa da, hepimizin yaptığı bir şey. Hatta iletişim kurmayacağım! desek de engelleyemediğimiz bir şey. Çünkü bu karar, insanın kendisiyle iletişimine somut bir örnektir.(Neden böyle bir örneğe yer verdiğimi ben de bilmiyorum) 

  Kendini ifade etme durumu, kişinin kendine has üslubu, mimikleri, tavrı ve ses tonuyla yoğrulduğunda farklılık gösteriyor.Bu sebeple kendini iyi ifade edebilen insanlara ifade yeteneğine sahip diyoruz. Çünkü doğru zamanda doğru şeyler söyleyebilmek bizi istediğimiz yere getirir ve bu, bir akıl işidir dolayısı ile bir yetenektir.
  Her birey için mutlak önem taşıyan kendini ifade etme yeteneği, tabi ki sosyal bilimlerde daha ön planda. İşimiz rakamlarla istatistiklerle olsa dahi ifade yeteneğine ihtiyaç duyarken, işimiz sözcüklerle iken nasıl olur da bunu yok sayarız? Olmaz! Sayamayız! :)
  Diksiyonun önemini vurgulayan çok sevdiğim karikatürlerden biri :) Türkçe, ağzı bol olan bir dil, bu yüzden karikatürdeki sıkça karşılaştığımız bir durum :)
  İşin diğer boyutuna da kısaca değinmek istiyorum ki bu boyut kanayan bir yara! 
  Yazım hataları...
Halkla ilişkiler uygulayıcısının organizasyonuna göre kullanmayı seçtiği medya ilişkileri yöntemlerinde her daim iç içe olduğu; davet mektupları,basın bültenleri,raporlar,basın kitleri ve daha bir çok iletişim yöntemi ciddi bir yazım bilgisi gerektiriyor. Kurum adına yazdığınız ya da kendi adınıza yazdığınız herhangi bir metin,  ilişkili olduğunuz kurumlar ya da kişilerin görüşü bir yana, imajınızın rotasını beliriyor olduğundan büyük önem arz ediyor. 

   Amacımız farkındalık yaratmak, ikna etmek, bilinç yaratmak, yön vermek iken; dilimize yön veremiyor olmak gerçekten büyük bir eksiklik. Konuşma yaparken bir kelimeyi yanlış telaffuz eden biri, kuşkusuz o yanlış ifadesiyle akılda kalır. Ve bu, mesleğinin ortasında iletişim olan (dolayısı ile imla kuralları, yazım kuralları,dil bilgisi,edebiyat olan) bireyler için hiç de ufak bir sorun değil...
Yazımdan söz etmişken harflerle simgelediğim 'Halkla İlişkiler' çizimimi de paylaşmak istedim, yorum sizin :)

20 Mart 2013

Halkla İlişkiler Algısı

  Halkla ilişkilerin daha çok 'PR' ifadesiyle biliniyor olmasından da anlaşılacağı gibi Türkiye'de bilinmiyorsa dahi yorumlanan ve -gelişmekte olan- meslekler kapsamında. Bölümde sürekli yabancı olduğumuz kavramlarla karşılaşmamız da bu yüzden. Tamam, akademik anlamda eğitim alarak ya da ilgi duyarak ya da bir şekilde karşılaşmış olma ihtimaliyle halkla ilişkiler konusunda fikir sahibi olanımız var, ama kabul etmeliyiz ki genel algıdaki çeşitlilik oldukça fazla:) 'Sen ne olacaksın bakiiim?' sorularına ve hatta bunların yanıtlarına hiç girmiyorum. 


 Kesin ve tam bir tanıma ulaşılamamış olması da büyük bir etken tabi. Ama zaten sosyal bilimler kapsamındaki tanımların sayısal bilimler tanımları gibi olmasını beklemek büyük haksızlık. Konuyu tanımsız geçmemek adına yayınlarını takip ettiğim, http://www.halklailiskiler.com.tr/ sayfasından bir alıntı yapmak istiyorum.

''Halkla ilişkiler, bir yönetim fonksiyonudur.
  Halkla ilişkiler, kurumun ya da kişilerin itibar yönetimidir.  Halkla ilişkiler, kurumların, markaların ve kişilerin aynasıdır. Aynaya yansıyanlar ise halkla ilişkilerin sonucudur.  Halkla ilişkiler, iletişim sürecidir,  bütünsellik taşır.   Halkla ilişkiler,  dün, bugün ve gelecek üzerine kuruludur. Bu nedenle bugünü kurtarma amaçlı değildir, süreklilik       gerektirir.  Halkla ilişkiler, müşteri ilişkileri değildir.  Halkla ilişkiler, sadece basınla ilişkiler değildir.  Halkla ilişkiler, “danışma masası” değildir.  Halkla ilişkiler, “şikayetler/öneriler” niteliğindeki bir posta kutusu değildir.  Halkla ilişkiler, şirketlerin “idari işleri” değildir.  Dilek Eker  Basın ve Halkla İliş.Yön.''
Halkla ilişkiler konusunda Sn.Dilek Eker'in bu tanımı beni doyurmuştu :)
Farklı algılardan söz etmek istedim çünkü bugün bir devlet hastanesinde idim. Halkla ilişkiler konusunda fikir sahibi olanlar, hastanelerdeki fiyaskonun da farkındadır. Hastanelerdeki uygulamalarla halkla ilişkileri tanıyan bir kişinin, mesleği dilek-şikayet kutusu olarak görmemesine tek bir neden var mı?
Küçük çaplı otellerde de benzer bir manzarayla karşılaşıyoruz. Otelin 'danışma' için ayrılan bölümlerine 'Halkla İlişkiler' yazdırma gibi bir moda akımı oluştu ya da oluşturuldu. Hastanelerdeki sisteme benzer soru şimdi de gündeme geliyor, bahsi geçen otellerdeki uygulamalarla halkla ilişkileri tanıyan bir kişinin,mesleği 'danışma' başlığına oturtmaması için bir neden var mı? 
Örnekleri çoğaltmak maalesef ki mümkün.
Halkla ilişkiler dersinde karşılaştığım bir cümle halkla ilişkiler tanımını somutlaştırmada çok faydalı oldu. Halkla ilişkiler, kurumla kurumun hedef kitlesi arasında köprü görevi görür. Yani kurumu kitlesine,kitleyi kuruma ulaştırır. 
Konuyla alakalı şimdilik özet geçtiğim bu yayının devamı gelecek.Başta söylediğim gibi, söyleyecek şeylerin çokluğu işte tam da bu yüzden ! :)



19 Mart 2013

Cıss !

 Uzun zamandır gündemde olan grip ve soğuk algınlığı tedavisinde kullanılan 'Theraflu-Forte' isimli ilacın piyasadan toplatılma konusu, dayatmayla önüme sürülüyormuşçasına  bir değil üç değil beş değil daha fazla haber yayınında ve son olarak bugün tekrar internet haberlerinde karşıma çıkınca; kenarda köşede kalmış taslak halindeki yazımı gündeme getirmek istedim :)
Mevzuya vakıf olmamız isteniyor, aksine tahammül edilemiyor gibi sanki. Gerçekten ilginç :)
 Amaca ulaşıldığının sinyalini vermek üzere iki açıdan yorumlayalım istiyorum.
 Piyasada bir ilaç var (aslında piyasada olmaması gereken) ve bu ilacın kullanıcıları (mevzuya ilgili olanlar tabi) bakanlığa duyulan itimat doğrultusunda belki de takdirle karşılayarak ürüne ulaşabilmekte. Evet ürün çünkü insan sağlığı gözetilmeksizin piyasaya sürülmüş bir şey hizmet olamaz kanaatimce. 

 İlaç takip sistemi diye bir şey çıktı ve varlığı Türk varlığına armağan edildi. Amman ne hoş :) 'Kapı gibi sistemimiz var!' denildi, yüreklere su serpildi. Sonucunda piyasaya sürülüp sonradan toplatılan ilaçlar kervanına katılan Theraflu da bu şerefe nail oldu. Bu ilaç cıs! dendi. 
 Cıs ilaçlar devasa takip sisteminin süzgecinden nasıl geçti ki?

 Diğer taraftan telaşlı kitle ayrı bir mevzu. Konuya ilişkin farklı yorumlar farklı algılar var. Büyük açık yakalamışçasına gergin olanı da, bakanlık onayı konusunda şaşkınlığa uğrayanı da bir noktada hemfikir...Cıs kapsamında başka neler mevcut?:)


14 Mart 2013

Kalbe giden yol, etkin iletişimden geçer...

 Evet efendim, mide değil; özellikle mevzu bahis sunum olduğunda kalbe giden yol, etkili olan iletişimden geçer... 
 Sunum nedir? 
 Neden yapılır? 
 Varılmak istenen noktaya adımlar nasıl atılırsa etkili olunur? 
Sorularına yanıt arayalım istiyorum.

 Başa geldi ve gördük ki, sanıldığı gibi kolay bir iş değilmiş bu. Halkla ilişkiler ve tanıtım programı öğrencisi olmanın ötesinde, kendini ifade edebilen bireylerin yetişmesi açısından baktığımızda sunum, kurtarıcı faaliyet.
 Sunum, bir amaç doğrultusunda bilgilendirme yapmak için planlanmış anlatımlardır. Anlatılanlardan çok, sunum yapanın iletişimi dinleyiciyi etkiler ve sunum, bu doğrultuda başarı getirir. Sunum, kaçarak değil, üstüne giderek rahat edebileceğimiz bir durum. Zaten bu hazzı yaşadıktan sonra kürsüden inesi gelmiyor insanın :) 

Şimdi malzemeleri sayalım :
  • Düzgün bir kıyafetiniz ve uygun bir diliniz varsa, 
  • Dinleyici hakkında ön bilgiye sahipseniz,
  • Planlanmış,görsel zenginliği olan bir metniniz varsa ve metninize hakimseniz,
  • Hazırladığınız metni zenginleştirecek araçlarınız varsa ve bu araçların hazırlığı tam ise,
  • Provalarda takıldığınız yerleri bellemiş, sorunu gidermiş iseniz,
  • Olası bir aksaklık durumunda uygulayabileceğiniz bir 'B Planı' varsa,
  • Ses sistemi, görseller, ışıklandırma gibi teknik donanım hizmetinizde ise,
  • Sunumu yapacağınız ortama uyum sağlamak adına hazırlıklarınızı yapmışsanız,
  • Heyecan durumunda sizi rahatlatabilecek, meleğiniz ön sıralarda yerini almışsa, rahat bir nefes alabilirsiniz :) 



 Hepimiz kardeşiz türküsü sunum boyunca kulağınızda çınlasın, yabancı yok. Rahatız :)
 Dinleyici hakkında ön bilgiye sahip olmak,tabiri caiz ise, işi götürecektir :) Karşımızdakinin kim olduğunu bildiğimizde, neyi nasıl söylememiz gerektiğini daha iyi tasarlarız. 'Feedback' dediğimiz geri bildirim olgusu da bu noktada yön bulacaktır. Çünkü, dinleyicinin konuya ilgisi, tepkisi, düşüncesi sunumu yapan tarafından ancak tanıma noktasında netleşecek ve sözler, bu çerçevede yoğrularak sunulacaktır.

 Bir kaç gün önce katıldığım bir söyleşide sunumu yapan kişinin üslubu beni ve arkadaşımı ciddi derecede rahatsız ettiğinden, söyleşinin sonlarına erişme şerefine nail olamadık. 
 Üzgün müyüz? 
 Hayır! 
Sunumu yapan kişi, üslubu daha mütevazı biri olup daha az şey anlatsaydı eminim memnun ayrılırdık. Buradan anlıyoruz ki sunumda, sunumu yapan kişinin üslubu ve yansıttığı imajın yanında anlattıkları arka planda kalıyor.
 Sunumda rahat olmak ya da olmaya çalışmak en lazım gelenlerden olsa da, üç ya da üç bin kişi,bir kitleye hitap ediyor olmak mühim bir konu. Çalışma hayatımızda lazım olmayacaksa dahi,(ki bir halkla ilişkiler uygulayıcısı olacaksanız bu mümkün değil) kendimizi ifade noktasında bu tekniklere hakim olmamız lehimize. 

 Hayat sahnenizde başarılı sunumlara imza atmanız dileğiyle :)

12 Mart 2013

İnce tespitler...

 Muziplik yapmadan edemediğim dönemlerim olur benim. Küçük yaşlarda büyüklere şirinlik yapıp istediğini yaptırma alışkanlığımdan kalmış olsa gerek :) Yine öyle bir dönemde yazdığım 'Deliler!' başlıklı yazıdan bölümler paylaşmak istiyorum bugün :)

 Düşünüyorum da...
Azaldık sanki he ? Nerede o eski deliler! (ramazanlar misali) :)
Sorularım çok, yanıtlarım onlardan daha çok ve seçenekli, ama bugünkü mevzum sadece sorular...

-> Yoldaki taşa şöyle bir gelişine vuruşunda alarm çaldığını hayal eden midir akıllı,yoksa o taşı fark etmeyen,varlığından haberdar dahi olmadan,eğlencesini bulamadan,onu bekleyen masasında yada başka bir yerde suratını asmaya giden mi?

->Sorunun yanıtını optiğe işaretlerken bulunduğu durumun ciddiyetinin bilinciyle bile, verdiği yanıttan şüphe duyarak,optiğin pişkin pişkin bakışlarla onla alay edeceğini düşünen midir görebilen,yoksa beş seçenekten hangisinin doğru olduğunu bilip, kurulu saat misali optiğin duygularını yok sayıp! haneyi karalayan mı?

->Etrafındakilerin canını alırcasına,ter döktürürcesine enerji patlamasını açığa döken midir çocuk olan? Yoksa,bir kaç cicili bicili hediyeden ibaret doğum gününden sonra çocuk musunlar ile tanışacağını ve atık her şey için çok geç olacağını bilemeyen ufaklar mı?

->Karşısındaki boş bakışlara hakaret etse, kelimelerine yazık olacak kişi midir kayıptaki? Yoksa, zaten farkında olmadığı yaşam mantığını,çözme çabası gütmek için bir fikri dahi olmayan mı?

  Görünüşte insana benzeyen fakat, geldiği yer belirsiz, insan hayatına adapte safhasındaki yaratıkların varlığına şahit olduğunda, mevcudiyetinin, bütün yaşamının bir kamera şakasından ibaret olduğunu düşünen bir ben değilim!

  Sizin oyununuza uymayanı, can sıkanı, şöyle derince bir yere gömüp, yüzeyde kalan kafasında sürrealist çalışmalarınızı gerçekleştirmeyi düşünmediniz mi hiç?
  
  Azaldık, ama tükenmedik;biliyorum... :)


10 Mart 2013

'Yok Artık!' Projeleri...

  Gün geçmiyor ki, Coca-Cola Company hedef kitleyi başarılı bir şekilde etkileyen reklamlarına bir yenisini daha eklemesin! 
Hepimizin belleğinde yer etmiş bir ya da bir kaç Coca-Cola / Fanta reklamı mutlaka vardır.
Aksi mümkün olmuyor zaten, çünkü kampanyaların biri bitmeden diğeri başlıyor. Türkiye'de yayınlanan reklamlarda Türk kültürünün çok iyi gözlemlendiğini, reklamlarda hedef kitlenin istediğini görmesinden anlıyoruz. McCann Erickson reklam ajansının 'BİMİLYONNEDEN' kampanyası da bunlardan biri... 

Aslında bana bu yazıyı yazdıran, Fanta' nın yenilebilir ilanları :) Çok ilginç değil mi? Mediacat'in internet sitesinde gördüğüm kampanyayı oldukça sıra dışı buldum.


Bir OgilvyOne çalışmasıymış bu kampanya.
'Yok Artık!' Projeleri başlığı altında ilginç bulduğum, beğendiğim reklamları görebiliyor olacaksınız. Başlıklar gün geçtikçe artacak gibi :)

9 Mart 2013

Grup psikolojisi izlenimleri

 Lisede alan tercihi yaparken üçe beşe bölünmüş,karmaşık bir tercih dönemi geçirmiştim. Tabi ki karar için belirlenmiş son tarih vardı ve bu tarih sayesinde (belki de yüzünden) sosyal bilimler alanına kaydolmaya karar vermiştim. İlgi duyduğum dersler doğrultusunda hareket etmiştim. İlgi duymak demişken,dersin muhtevasından öte hocanın üslubu ve teknikleriydi benim ilgimin yoğunlaşmasına sebep. Felsefe ve tabi ki psikoloji. Kitap seçimi yaparken hep elimin gittiği alanlardır.

Üniversite tercihinin benim için anlam kazandığı yıllarda Karadeniz Teknik Üniversitesi' nin rehberlik ve psikolojik danışmanlık bölümünün taban puanıyla göz göze geldiğim ana kadar psikolojiyle alakalı akademik eğitim alma hevesinde idim. Evet hevesti, çünkü millet olarak matematiğe yatkın olduğumuzu düşünmeme rağmen matematikte hep eksik kalan bir yanım oldu. Erken pes etmeme sebep olan şeyler de var tabi...
Sırf bu konu üzerine ufak sayılmayacak ölçüde bir öykü kitabı yazabilecek olduğumdan sadece 'sistemin cilvesi' deyip asıl konuya yönelmek istiyorum.

Halkla ilişkiler ve tanıtım programında ilk yıl 'davranış bilimleri' dersi aldım. Aynı dönemde okuduğum kitap, 'Nietzsche  Ağladığında' idi; psikoloji kelimesini duyduğumda refleksi andıran bir tepkiyle kulak kesiliyordum. Bildiğimden değil, merak ettiğimden.

(Bir konuya varmak için giriş niyetiyle yazdığım onca şeyi görünce gevezeliği de psikolojik bir olguya dayandırıp yazıyı kurtarmak istiyorum :) )

Sosyal psikoloji ele alınıyordu kullandığımız kaynakta. Benim en çok dikkatimi çeken ve izlenimlerimle örtüşen bölüm, grup yapısı ve dinamiği bölümüydü. Ayrıntılarla daha fazla uzatmak istemiyorum.Merak edenler için:  http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=38747
Kitapta bireyin sosyal varlık oluşuna dayandırılan sebeplerle yaşamımızın önemli bir kısmını geçirdiğimiz aile,arkadaş,çalışma grubu gibi toplulukların birey yaşantısında önemli yer tuttuğu kaydediliyor.
Kitaptakileri naklederek değil, izlenimlerimi paylaşarak devam etmek istiyorum. Gruplardan ve bireylerin bir gruba dahil olma ihtiyacından söz ederken, kişinin ömür boyunca çevresi tarafından anlamlandırılma isteği aklıma geldi...


İhtiyacın ötesinde bir şey bu. Konuşmalarımız, alışkanlıklarımız, reaksiyonlarımız, duruşumuzla bizi biz yapan şeyleri ifade etmek isteriz. Bu durum sadece sözel ifadelerde kalmadığından grup psikolojisi denen olgu, bireyin tepkilerinin farklılaşmasına sebep oluyor. Yalnızken karşılaştığımız bir durum çok da umrumuzda olmayacakken, grup içinde diğerlerine kabul ettirmemiz gereken şeyler olduğu düşüncesiyle farklı davranırız. Bu hiç dürüstçe değil elbette ama yaradılışımızın özünde böyle bir sistem olmasaydı ne olurdu düşünemiyorum bile...
İnsan ne kadar objektif değil mi ?! :)

Photoshop'ta her şey mümkün!

 Halkla ilişkilerde uygulamaların etkinliğinin büyük ölçüde geliştirilen stratejilere, sistemli planlara bağlı olduğunu konuyla ilişkili olanlar mutlaka bilirler.

 Uygulamalarda izlenen yolun renklenmesini sağlayan iletişim araçları, hedef kitlenin farkındalığını kazanmak adına büyük fırsat. Yapılan etkinliklerin ilanı başarısızsa amaca ulaşılabilirlikten söz etmemiz biraz anlamsız kalıyor. İşte tam da bu noktada hayatımıza afişler, billboardlar, broşürler, slaytlar, raporlar, bültenler ve daha niceleriyle birlikte; photoshoplar, programlar da programlar giriyor. Kaçınılmaz bir zaruretten ziyade bu programlar (ya da mecra) hızla geliştiğinden, takibi zor olsa da paragrafın başında da söylediğim gibi izlenen yolun renklenmesine yardımcı yöntemler. Programların bazılarında dil seçimi özelliğinin oluşu ve anlaşılır sistemlerin varlığıyla kolaylık sağlanıyor. Hatta bu kolaylık öyle bir sağlanıyor ki, yurdum insanı bizim mesleğe katkı açısından gösteremediğimiz yaratıcılığı gösteriyor :)


 Copy-paste yöntemiyle sunduğu görsel,bir kay-kay olsa da,gözlerini kapatarak skate boardu iliklerine kadar yaşıyor yaratıcı arkadaşımız :) :)

 Aslında bu konuya değinmemin sebebi de benzer bir durum. İnternette gezinen siyah aslan fotoğrafını görmüşsünüzdür. Bilim adamlarının yorum yapma ihtiyacı duymalarına sebep olmuş bir aslandır kendisi. Biyolojik olarak mümkün değilmiş aslanın siyah olması...

 Photoshop'ta her şey mümkün! :)

8 Mart 2013

Ben Yapmadım ! :)

    


   İtirafla başlayayım,blog oluşturma fikri edindikten ve blogları araştırmaya başladıktan sonra beni ciddi anlamda geren şey,ilk yazı :) Girizgah yerini bulsun deyip başlayalım,

   Hoşgeldiniz ! :)

   Ben yapmadım,hocalarım yaptı ! Gerçekten...
Sanırım öğrencinin bir şeyler yapması hususunda bulunulan telkin, eğitimcilerin ortak bir faaliyeti.
Zaten düşündüklerini paylaşmayı seven bir insanım. Tamam bir itiraf daha,belki de gevezeyim.(ama belki,hala şüphelerim var.) İletişim kurmayı,öğrenmeyi severim. Ama duruşuyla öğreten, mesaj veren insanlardan öğrenmeyi, pek severim. Ama bu mevzu başka!
   
   Altıncı sınıftan bu yana, derslerinden çıktığımda söylemem gerekenleri arttıran hocalarım iki elin parmağına yakın. Takdir edersiniz ki bu hiç de kötü bir rakam değil. Sosyal bilimler alanından mezun olmamın da etkisi büyük tabi bu hocaları kazanmamda. Demem o ki, bu yazma merakımı ben yapmadım,hocalarım yaptı ! 
   İlkokulda şiir yarışmalarıyla tanışmış, 'yirmüüş nisancılık'  tanımımla yazım hayatıma başlamışım. Başlamışım çünkü, bu sürecin bilincine vardığımı sanmıyorum :) 

   Anlatmak istediğim çok şey var. Tabi ki devam eden derslerimin de katkısıyla daha çok iletişime, halkla ilişkilere yönelecek sözlerim. Anlayabildiğim, yorumlayabildiğim kadarıyla paylaşmaktan mutluluk duyacağım. Tek başıma konuşmak olmaz tabi, takibinizi umuyorum :)