13 Ocak 2015

Asıl sorun ne biliyor musun?


Asıl sorun, ak ile karanın varlığını kabul edip ara tonları işimize gelmediğinden yok saymamız...
Asıl sorun, sivrilmiş bir iyiyi abartıp, sivrilmiş bir kötüyü yerin dibine sokup, bu doğrultuda yorumlamamız.
Asıl sorun, çok da inanmazken ve bunu kendimize itiraf etmekten çekinirken, inanmış gibi görünüp yarım yamalak günü kurtarışımız.

Bir an gelip de uyandığımızda, böyle olmamalı dediğimizde, etraftaki herkesin iç buhranlarını tıpkı sen gibi, tıpkı ben gibi bastırıp hiç bir sorun yokmuş gibi yaşamasına aldanmamız, sahnelere oynamamız asıl sorun ! 



Ve bu yüzden aslında vicdan muhasebesinin ön planda tutulduğu İslam'ı o sıradanlığa uygun şekillendirip içimizi az biraz rahatlatmamız. 

Aslında iyi insan ahlaklı insan modelinin ''müslüman olan , iman eden insan'' olduğunu bilmemize rağmen,bağnaz görüşlü, hatta katil, sünnet-i seniyye'den habersiz, o sivrilmiş kötü örnekleri sebep göstererek;
'' İyi ahlak = İslâm '' gerçeğini kabul etmeyişimiz.



Kötü örnekleri göstermede en önde olup, neden kötü olduğu ya da iyisini nasıl olduğuyla hiç mi hiç ilgilenmeden yargılayışımız!

Müslümanların araştırmacı olmayışı, belli inançlara bağlanıp sorgusuz kabul edişinden yakınıp müslümanlığı çağ dışı bulmak sanırım kolayımıza gelen.
Çünkü kötü örneği yuhalayıp kenara geçmek tasasız ve temiz bir faaliyet.
Etrafta ayık insanlar değil de baş sallamayı huy edinmişler varsa eğer..!




Araştırıp mantığını algılayan, inanan, inandığı gibi yaşayanlara da at gözlüğüyle baktığımız müddetçe, 

Ön yargılarımızla henüz O, ağzını açmadan hakkında bir sürü görüş edinmiş olduğumuz kişilere, kendini ifade edecek olanak veya ortam vermediğimiz müddetçe,

Önce iman önce din demeyip; hayır o cıs, önce ahlaklı insan! 
Önce şu, bu diye kendi algımızla şekillendirdiğimiz  '' İYİ '' yi ortaya sürdüğümüz müddetçe,

En çaresiz kaldığımız hastalık, ölüm gelince Yaratıcı'yı hatırladığımız; 
''Huzur İslam'da!'' kalıbını muhabbetlerde alay konusu ettiğimiz müddetçe,

Benim kalbim temiz yanılgısıyla günü kurtarmaları artırdığımız müddetçe,

Çalı çırpıdan akıl almaz güzellik yapan, kar altından filizi çıkartan kudreti, 
''DOĞANIN'' sunduğu mucize olarak gördüğümüz müddetçe,

Doğruya adım bile atmaya yeltenmeden şuursuzca yargıladığımız müddetçe,



Gerçek müslüman nasıl olur? 

Sorusu daha çok kurcalayacak beynimizi. 

11 Kasım 2013

Artık bir marka olarak, Candy Crush!

   İnternet,sosyal medya, kolay erişilebilirlik derken bu yoğun etki, farklı ihtiyaçlar(!) doğurmaya başladı.Teknoloji ürünlerinin hayatımızı olması gerektiğinden fazla etkiliyor oluşundan fazlaca rahatsızlık duyan biri olarak, bu gelişmeyi yorumlamak pek eğlenceli olmayacak :) 

Artık bir çok ihtiyaca yanıt veren 'havalı' işletim sistemlerine sahip akıllı cihazlar, zaruri ihtiyacımız olma yolunda gayretle ilerliyor. Ve bu ilerlemenin sessiz bir bağı, son dönemlerde sıkça duyduğumuz yeni gözde, 
Candy Crush! 

Evet duymayan kalmadı o şeker oyununu. Ama bir hatırlatmayla giriş yapmak istiyorum. Verilen süre doğrultusunda aynı olan şeker üçlüsünü bir araya getirmeye çalışarak puan kazanıyor, seviye atlayarak ilerliyorsunuz. Kolay bir zeka oyunu fakat bağımlılık konusunda çok güçlü.
 
Kimi zaman sohbet etme ümidiyle bir araya geldiğimiz arkadaşımızla aramıza girdi, kimi zaman evde bir şeyler anlatmaya çalıştığımız kardeşimizle... Öyle bir duruma geldi ki, gecenin bir vakti birileri sizi aradı ve 'can isteme' diye adlandırdıkları işlemi her halükarda gerçekleştirebilme ümidiyle size en sevimli ses tonlarıyla seslendiler.

   Öyle bir duruma geldi ki, gözlerini kapattıklarında gruplandırıp patlattıkları şekerleri görür oldular.
Oyunun müdavimleri, bir araya geldiklerinde kaçıncı seviyede olduklarını, ilerlediklerinde kendilerini bekleyen sürprizlerin neler olabileceğini tartışmaya başladılar.

   Çok sevildi, oynandı, yayıldıkça yayıldı ve büyüdü. Ciddi anlamda büyüdü ve Candy Crush artık büyük bir marka oluyor! 
Şahsımca çok yerinde bir adım. Peki neden? Çünkü Candy Crush bir şekerleme markası olmadan önce adını duyurup,markasını tanıtıp 'oyun' olarak  müthiş bir pazar araştırması konumunda oldu. 'Tutundurma' dediğimiz sürece, yeni bir isim,bilinen bir isimden daha uzaktır. Dolayısı ile Candy Crush bir oyun olarak hayatımıza girmişken, onu bir şekerleme olarak kabul etmemiz zor olamayacak.

Böyle sevilmiş, kabul görmüş, hedef kitleyi baştan yakalamış bir oyunken, aynı isimle piyasaya sürülen gerçek bir şekerleme olarak Candy Crush, pazarı hazır konumda olan bir 'ürün' artık.
Candy Crush, artık anlaşmaları sağlanmış bir şekerleme markası olarak karşımızda olacak.

3 Eylül 2013

Kahve, Kitap Bir de Eylül...

Bir 'Eylül' olgusunun varlığını yine tebessümle anımsadım 2013 Eylülünde. Öyle bir nimet ki, sonbaharın dinginliğini, huzurunu haber eder bir misyonla gelir, insanı kendine getirir sanki. 

   Yılın yorgunluğunu, deniz tatili yerine sakin ve durgun zamanlarda bir kitapla bir kahveyle atanların vazgeçilmez tercihidir Eylül. Çünkü istenen zemini Eylül hazırlar bize. O yüzden yeri, tadı başkadır. Kitabınızın yapraklarında dolaşacak hafif esinti de ondadır, kahvenizi yudumlarken duyacağınız keyif de...

Sonbaharın kurumuş yaprakları ayrılık vurgusu olarak algılanmışsa da başlangıçların güzel örneklerini gizler Eylül sonbaharda. 
Dökülen yaprakların arasına gizlenmiş mütevazi başlangıçlar, yeniden doğmak üzere dalından kopmuş hayatlar, işte tam da bu zamanda, Eylül esintileriyle dolaşır. Eylül kitaplarına, Eylül kahvelerine keyif olur, renk olur. Hani kuru sarılar kuru yeşillerle bilinen Eylül var ya, bizde o en canlı renklerle en mis kokularla en güzel hislerle vardır... Bizde en güzel hislerle vardır Eylül, Eylülün bize kattığı insanlarla birlikte...

26 Mayıs 2013

Ama bunun yeri ayrı !

Halkla ilişkileri ve halkla ilişkiler dendiğinde akla gelen diğer sektörleri konu aldığım yayınlar paylaşmayı hedefleyerek başladım blog oluşturmaya. 
Çok geniş bir yelpaze olduğundan bazı yayınların blog ana fikrinden uzaklaştığını düşünebilirsiniz. Fakat bahsettiğim gibi ele alınan konu, bir çok farklı konuyla ilintili. 
Yayının konusuna gelecek olursam, anlatmak istediğim daha net olacak sanırım.

Bugün diğerlerinden ayrı olan, aramızda duygusal bağ olan fotoğraflarımı paylaşacağım :)
İlgilenenler bilir, bazen bir fotoğraf diğerlerinden çok ayrı olur. Bu diğerlerinden ayrı olan kareleriniz ne kadar çok olursa, fotoğraf sanatına ilginiz de buna paralel artar...
Değinmeden geçemeyeceğim bir konu da,fotoğraf konusunda biraz sancılı bir dönemde oluşumuz. Malum, 'sosyal medyada fotoğraf sizi çağırıyor!' sloganının, sokakta vücut bulmuş hallerine sık rastlıyoruz :) 
İşin ciddiyetine varamamış parmakların fotoğraf deryasına maruz kaldığımız için üzgün olduğumu belirtmeliyim.
Hemen belirteyim, fotoğraf konusunda kesinlikle iddialı değilim! :) Hele bahsettiğim manzaradan sonra ben anlamıyorum deyip susmayı tercih ediyorum! :)

Mevzuya dönersek, fotoğraf, grafik tasarım ve bu başlıklar altındaki diğer görsel çalışmalar, bir halkla ilişkiler uygulayıcısı için sermaye değerinde. Elinden gelmiyorsa dahi, işin ehlini bilmek, seçimi iyi yapmak şart.

Çok sevdiğim Sn.M.Kemal Sevgisunar Hocamın deyimiyle, 'Bir kumaşa dokunduğunda usta terzinin, kumaşın özelliklerini ve kalitesini anladığı gibi; siz de işin kalitesi için seçiminizi yapabilmeli, kaliteyi görebilmelisiniz.' 
Bu farkındalığa varabilme umudu ile... :)


Tanıdık mı geliyor? :)
Evet, blog sayfamın fotoğrafı. 
Bir Sultan Ahmet Hatırası :)







Fotoğraf bahis olmuşken fonda Birsen Tezer'in bu yorumuyla,


Ustanın İstanbul Color albümün keyfi çıkarılmalı! :)


Sevgiler :)

25 Mayıs 2013

Staj değil, eziyet !

Hiç de haksızlık ettiğimi sanmıyorum, meslek öğrenme amacıyla 'zorunlu' hale getirilen staja 'eziyet' diyerek.
Üniversiteye ve bölüme göre değişen staj yönergesinde staj dönemleri; bazen bir, bazen iki, bazen üç yıl boyunca sürebiliyor. Hele kurum konusunda seçici davranılıyorsa o dönemler büyük ölçüde kalıcı izler bırakarak sona eriyor.Ve bu izler hiç de hatırlanası değil!



İşi bilenin yanında gerçekten öğrenmek isteyen için öncelikle kurum bulması çok güç. Çünkü genellikle kurumlar, stajyeri -kaba tabirle- getir/götürcü olarak gördüğünden ne stajı yapan için bir fayda sağlanıyor ne de kurum için...
Öğrenciye itimat duyulmadığından olsa gerek temkinli yaklaşılıyor iş verilirken. Tamam, bunu anlayabilirim. Sonuçta yeni yeni bir şeyler öğrenen ya da yeni öğrenmiş bir çalışana mühim görevler verilmesi ilk etapta mümkün olmayabilir ama yapılan işi stajyerden esirgemek de nesi! Çoğu kez şahit olduğum, bazen de duyduklarımın neticesinde bu kadar net konuşabiliyorum.

Genellikle çaycı, iyi ihtimalle fotokopici görevi alan stajyer, (bölümü fark etmez!) bu tepki karşısında ya stajı kağıt üzerinde yapıp devamlılık göstermiyor ya da yol gözleyen sevdalı gibi gün saymakla meşgul oluyor.


Tabi ki stajı zaman kaybı gören ve bir şeyler öğrenme heveslisi olmayan öğrenci tiplerini yok sayarak söylüyorum. Ki bu konuya girersem stajyerlerin değil, kurumların çaresiz haykırışlarını yazmam gerekecek :)
Son iki yılın bahar dönemlerini staj yeri aramakla geçirdiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Ama ancak söylerken 'rahatlık' kelimesi geçerli olabilir, zira bu durumu yaşarken hiç de rahat olamıyorum!
Staj sürem boyunca bir şeyler öğrenebilmek adına kurumlarla, yüz yüze- telefonla ya da diğer iletişim araçlarıyla yaptığım görüşmelerim, ömrümden bir mevsimi aldı desem çok da abartmış olmam. (Az abartmış olabilirim)
Halkla ilişkiler alanında profesyonel çalışmalara başladığımda ilk önce kurum-stajyer arasındaki ilişkiye el atmam gerekecek sanırım, mevzu bu kadar büyüdükten sonra! :)

24 Mayıs 2013

Natural Age! -2 :)

1.5.2013 tarihli yayında genel hatlarıyla bahsettiğim halkla ilişkiler kampanyamız, NATURAL AGE 'in sunumundan sonra yarım kalan kısmına değineceğimi söylemiştim. 

Öncelikle bir not düşmek istiyorum ki, meslek etiğine aykırı tavır sergilemeyelim. 
Seçtiğimiz konu, yani ürün tanıtım kampanyası, halkla ilişkiler uygulamaları sınırından taşıp reklam kampanyası kapsamına girmekte.
Konu seçiminde esnek davrandığımız için ürün tanıtımının eğlenceli olacağını düşünüp bu doğrultuda seçim yaptık.


Evet, sunumumuz yapıldı ve sunuma kadar yeni çalışmalar, görseller tasarlandı.
Belirlenen hedef kitleye hangi yolla erişebileceğimizi düşünüp elimizdeki sonuca paralel iletişim araçları kullandık.
Hedef kitle analizi sonucunda kitleye gazete ilanıyla ulaşmanın mümkün olduğunu gördük ve bir basın ilanı tasarladık,


Kampanyanın görsel ögeleri ürün kutularımız ve cümleleri pekiştirici görseller oldu...



Broşür tasarımlarına özen göstererek marka kimliğini yansıtan, N&A ürünlerinin diğer bakım ürünlerinden farkını ortaya çıkaran noktalara yoğunlaştık...



İki ayrı broşürümüzün iç kısımları...


Vasıfsız bakım ürünleri markalarının hedef kitleye verdiği güvensizliğin önüne geçebilmek, ön yargıyı ortadan kaldırabilmek adına, broşürlerde özellikle sertifika ve onaylara yer vererek seçkin ürün profili oluşturuldu.

Hedef kitlenin yoğun katılımının sağlanacağı tanıtım günleri organizasyonu için uygulama takvimleri,uygulama şemaları üzerinde çalıştık.

Tamamen amatör çalışmalarımıza birini daha ekleyip tanıtım filmimiz eksik olmasın diyerek,bir de film çalışması yaptık :)





Etkinlik stratejilerimiz ve iletişim stratejilerimiz göz önünde bulundurularak görüşmeler yapılıp bütçe 316.600 TL olarak belirlendi.
Bütçenin de belirlenmesiyle kampanyamız sonuçlandı ve bu durum, sona yaklaştığımızın resmi oldu. 
Mezuniyetimize bir aydan az kalmışken emeklerini ödeyemeyeceğim hocalarıma,

Kampanya çalışmalarımızı birlikte yürüttüğüm grup arkadaşlarım Habibe AYDIN ve Yücel UYANIK'a 
teşekkürlerimle... :)
Pırasa değil! 
PR asa ! ;)


5 Mayıs 2013

Sosyal Sorumluluk PRojeleri Can'dır!


Halkla ilişkilerde yine önemli bir konu, sosyal sorumluluk projeleri...

Halkla ilişkiler, kurumla kitlelerin,kitlelerle kurumların ilişkilerinin iyi olması, karşılıklı farkındalığın sağlanması, gerek ekonomik gerek sosyal sebeplerle iyi ilişkide bulunulması adına yürütülen faaliyetleri kapsıyor.

Kuruluşlarda halkla ilişkiler, işletme ile hedef kitlenin birbirlerini dinleyip 
anlamaları ve beklentilerine cevap verme ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Bu noktada karşılıklı ilişki yönetiminin verimliliği, sosyal sorumluluk bilinciyle sağlanıyor. 
Kurum kaynaklarının kurum-kitle yararına olabilecek şekilde düzenlenmesi, toplum zararına olacak adımlardan kaçınılması durumlarıyla da ifade edilebilen sosyal sorumluluk, karşılıklı yarar sağlaması sebebiyle kurumların sıkça baş vurduğu halkla ilişkiler uygulamalarıdır.

Halkla ilişkiler çalışmaları sonucunda kitleler, kurumların
hizmetlerinin ve kendilerine sağlayacaklarının farkına varacak; kurumların
sağladığı mal ve hizmetlerini ya da hisse senetlerini satın alarak onları 
destekleyecektir. 
Bu konuya örnek olarak gösterilebilecek projelerin 'in' lerinden , Doğan Holding'in BABA BENİ OKULA GÖNDER! Projesi...


Ayrıntılı bilgi edinebilmek için;

Proje konusu itibarı ile çok ilgi görmüş olmasının yanında görselleri ve reklam kampanyalarıyla da oldukça etki yarattı...




Projede görsellerin yanı sıra kısa ve net mesaj içerikli reklam filmlerinde ünlüleri kullanarak büyük başarıya ulaşıldı...